Split Fiction, çok oyunculu deneyimlere dair yeni bir standart oluşturmanın ötesinde, yaratıcı düşünceye, video oyunlarına ve dostluğa adanmış olağanüstü bir yapım olarak karşımıza çıkıyor. Hazelight Studios’un en son çıkardığı bu oyun, yalnızca eğlenceli ve duygusal açıdan zengin bir deneyim sunmakla kalmıyor, aynı zamanda oyuncuları şaşırtan, kahkaha attıran ve düşündüren bir hikaye de barındırıyor. Bu yazımızda, oyunun hikayesini, dinamiklerini ve genel bir incelemesini yapacak ve bu ilginç yapımı sizler için mercek altına alacağız.
Bu oyun hakkında konuşmak için sabırsızlanmamın nedeni, Split Fiction‘ın gerçekten arkadaşlarınıza anlatmak isteyeceğiniz türde bir oyun olması. Hem kahkahalarla hem de derin duygusal anlarla sizi ekrandan ayırıp, yakınınızdaki herkesi o anı görmeye çağırmak isteyeceksiniz. Hazelight Studios, “It Takes Two”dan sonraki büyük gelişim kaydederek, oyunculara yalnızca yeni dünyalar ve mekanikler sunmakla kalmıyor, aynı zamanda derin karakterler ve yaratıcı hikayelerle de zenginleştirilmiş bir oyun deneyimi oluşturuyor.
Hazelight Studios, Split Fiction ile sadece oyun sektöründeki en zeki ve yenilikçi stüdyolardan biri olduğunu kanıtlamakla kalmıyor, aynı zamanda yaratıcı bir fikri hayata geçirme konusunda ne kadar hevesli olduğunu da gözler önüne seriyor. 2021’in beğenilen yapımı It Takes Two ile büyük bir başarı yakalamış olan stüdyo, Split Fiction ile bir adım daha ileri gitmiş ve önceki oyununda edindiği deneyimleri inanılmaz bir şekilde geliştirmiş.
Oyun, farklı atmosferlere ve göz alıcı mekanlara sahip. Başrol karakterlerimiz Mio ve Zoe, derinlik, çekicilik ve kişilik dolu; oyunun sunduğu sonsuz eğlenceli mekanikler ve her biri tek başına bile harika olabilecek tasarımlar, dikkatli bir şekilde yerleştirilmiş ve çarpıcı. Hikayesi, olay örgüsü ve yapısı ile kalp burkan, düşündüren, karanlık mizah içeren ve neşeyle dolu bir anlatım sunuyor. Bu kadar yaratıcı bir tasarım harikası olan bir oyun, aynı zamanda Hazelight Studios’un ve kooperatif deneyimlerin geleceği için yeni bir standart belirliyor.
Yapım, biraz klişe bir başlangıç yaparak oyuncuları karakterlerimizle tanıştırıyor. Mio Hudson ve Zoe Foster, birbirlerinden tamamen farklı iki karakter. Mio, şehirli, bilim kurgu tutkusuyla dolu, içine kapanık ve kendini tanıtmaktan kaçınan biri; Zoe ise tam tersi, neşeli ve güneş gibi bir karakter. Ancak, her ikisi de yayımlanmamış yazarlardır ve yazılarını dünyaya tanıtma fırsatı bulmak için aynı yayınevinin kapısını çalarlar.
- Rader Publishing, teknoloji ve hikaye anlatımını birleştirerek sanal dünyalar yaratmayı amaçlayan genç bir firmadır.
- Zoe, hemen makinelerine bağlanırken, Mio başlangıçta buna karşı çıkar.
- Bir tartışma sonrası, Mio yanlışlıkla Zoe ile aynı sanal dünyaya çekilir.
Bu ilginç başlangıç, Hazelight Studios’un yaratıcı dünyaları ve farklı özelliklerle zenginleştirilmiş mekanikleri için mükemmel bir temel sunuyor. Mio ve Zoe, kendi hayal güçlerinden doğan 20’den fazla farklı dünyayı keşfederken oyuncular da benzersiz bir yolculuğa çıkıyor. Her dünyada sürprizler ve keşfedilecek yeni şeyler mevcut. Neon Revenge bölümü, Blade Runner’a benzeyen bir siberpunk dünyasında, Mio ve Zoe’yi ninja olarak karşımıza çıkarıyor. Bu seviyede, karakterlerimize çevreyi kayarak, duvarlara tırmanarak ve siber kamçılarla düşmanları etkisiz hale getirerek ilerleme fırsatı sunuluyor.
Bunlar gibi her bölüm, çeşitli oyun türlerinden esinlenmiş olsa da, her biri kendi kimliğine sahip bir deneyim sunuyor. Bir bölümü Tony Hawk’s Pro Skater oyununa, başka bir bölümü ise eski tarz 2D Metroid oyunlarına benziyor. Ancak, en dikkat çekici olan şey, Split Fiction’ın sadece referanslar sunmakla kalmayıp, bu referanslardan ilham alarak tamamen özgün bir oyun dünyası yaratması.
Oyunun mekanikleri de bir o kadar yaratıcı ve düşündürücü. Örneğin, iki farklı kalkan türünü delip geçebilen silahlar, oyun boyunca uyum içinde çalışmak için oyunculardan yüksek derecede işbirliği ve koordinasyon gerektiriyor. Bu unsurlar, özellikle hızlı kovalamacalar ve zorlu mücadelelerde gerilimi arttırarak, oyunun heyecanını katlıyor. Ancak, Split Fiction’ın en büyük başarısı, başkarakterler Mio ve Zoe arasındaki bağda yatıyor. Başlangıçta tipik bir “grumpy-sunshine” ikilisi gibi görünen bu ikili, oyunun ilerleyen bölümlerinde, geçmişlerini, korkularını ve duygusal yüklerini keşfederken, izleyiciyi derinden etkileyen bir dostluk geliştiriyor. Karakterler arasındaki gelişim, oyuncuların oyuna duygusal olarak yatırım yapmasını sağlıyor.
Oyun, aynı zamanda insan yaratıcılığını ve fikirlerin gücünü vurguluyor. Rader, zengin bir teknoloji girişimcisi olarak, yaratıcıların fikirlerini çalarak kendi hikaye üretim cihazını kurmayı hedefliyor. Bu, oyunun ana temalarından biri olan yaratıcı özgürlük ve insanların yaratıcı süreçlere kattığı insani değeri sorgulayan bir hikaye sunuyor. Sonuç olarak, Split Fiction sadece çok oyunculu bir oyun olmanın ötesine geçiyor; yaratıcı bir sevgi mektubu niteliği taşıyor. Şu anki yapısı ve sunduğu deneyimlerle, 2025 yılına damgasını vuracak oyunlardan biri olma yolunda ilerliyor.