Günlük görsellerde karşımıza çıkan o ultra gerçekçi ama bir o kadar da tuhaf imgeler, bugünlerde eskisine göre daha gerçekçi görünüyor. Yine de o ince yapaylık hissi sürüyor ve gözlerimiz filtreyi artık daha keskin fark ediyor. Peki dinlediğimiz müzikte ise işler hızla değişiyor; insan mı yoksa gelişmiş bir algoritma mı bestelemiş bunları anlamak neredeyse olanaksızlaşıyor. Gözlerimiz saniyeler içinde yakalayabilirken kulaklarımız neden bu kadar kolay yanıltılıyor?

Görsel anormalliklerin tetiklediği alarm Beynimizin görsel ve işitsel bilgilerle başa çıkma tarzı arasındaki devasa fark, bu durumun en temel nedeni. Evrim yoluyla yüzleri, vücut oranlarını ve ışık-gölge oyunlarını tanıma konusunda insan beyni olağanüstü bir yetenek kazandı. Birinin yüzündeki milimetrik bir bozukluk veya bir elin duruşunun doğal fizik kurallarına aykırı görünmesi, beynimizde uyanan alarm zillerini tetikliyor. Bu ardında yatan fenomen, Uncanny Valley olarak bilinen, gerçekçiliğe çok yaklaşan ama tam olarak olamayan görüntülerde ürkütücü ve sahte hislere yol açıyor. Referans noktası somut gerçeklik olduğundan hatalı ayrıntılar hemen kabul edilmiyor.
İşitsel dünyada yapay zekâ daha pürüzsüz sonuçlar üretiyor Müzik ise doğası gereği daha soyut ve matematiksel bir alan. Belirli kalıplar, ritimler ve frekanslar üzerinden ilerleyen bu sanat, yapay zekânın kuralları öğrenip taklit etmesini görselle karşılaştırıldığında daha akıcı sonuçlar sunuyor. Görselde bariz bir hatayken, müzikte alışılmadık bir ritim veya farklı bir ton, sanatsal tercih veya yeni bir tarz olarak görülebiliyor. Hata toleransı görsele kıyasla çok daha yüksek olduğundan, yapay zekânın ürettiği besteler çoğu zaman şaşırtıcı derecede normal karşılanabiliyor.

Cevap müziğin evriminde saklı Ayrıca kulaklarımız uzun yıllardır yapay seslere alıştı. Son otuz kırk yılda dinlediğimiz popüler müziklerin çoğu synthesizer’lar, davul makineleri ve kapsamlı stüdyo etkileriyle şekilleniyor. Auto-tune gibi teknolojiler sayesinde insan sesinin doğal mı, dijital mi olduğu konusunda net ayrımlar yapmak giderek zorlaşıyor. Dijital seslere olan bu aşinalık, yapay zekânın bestelediği melodiyi adeta doğal bir üretim olarak kabul etmemizi kolaylaştırıyor. Yani gözler doğal olanı ararken, kulaklarımız sintezle üretilmiş müziğe çoktan alışmış durumda.
Teknik dengenin önemi Görsel ve işitsel dünyalar arasındaki farklar yalnızca estetik konularla sınırlı değil; veri akışı ve işleniş biçimleri açısından da belirgin. Bir fotoğraf kareğinde milyonlarca piksel, ışık, doku ve perspektif arasındaki uyum kritik; oysa müzik, zamana yayılan bir frekans dizisi olarak işleniyor. Yapay zekâ, müzik teorisindeki matematiksel kuralları görsel kaotikliğe göre çok daha hatasız uygulayabiliyor. Bu yüzden bugün dinlediğiniz harika bir parça için arkasında gerçek bir besteci yerine iyi eğitilmiş bir algoritmanın olduğunu düşünmek sürpriz olmaz. Bu durum, modern prodüksiyon anlayışıyla uyumlu bir gerçek olarak kabul ediliyor.




