Yaşam döngüsü, dünya üzerindeki tüm canlılar için benzer şekillerde gerçekleşir. Başka canlıların desteğiyle doğarız, yaşarız ve zamanımızı doldurduğumuzda ölüp başka bir canlının döngüsüne katkı sağlarız.
Öldükten sonra ruhsal olarak ne olacağımız konusunu belki de hiçbir zaman bilemeyiz fakat bedenimizin bazı kısımlarının hayatta kalıp yaşamaya devam edeceği kesin! Kulağa çok tuhaf geldiğini farkındayız ama içeriğimizi okuduktan sonra ikna olacağınıza eminiz…
İlk olarak, öldüğümüzde vücudumuzda neler olur?
Kalbimiz, vücudumuza oksijen taşıyan kanın dolaşımını durdurur. Ölümden 15-20 dakika sonra vücut solmaya başlar ve sıcaklığı düşer. Enzimler, oksijensiz kalan hücrelerin zarlarını sindirmeye başlar.
Bağırsaklarda bulunan bakteriler, tüm vücutta serbest bir şekilde dolaşarak beslenebilir. Önce bağırsakları ve yakındaki dokuyu sindirirler, daha sonra kılcal damarlara, kalbe ve beyne doğru yol alarak oralarda ziyafet çekerler. Bu yayılma, 58 saate kadar devam edebilir.
Dışarıdan gelen bakteriler ve böcekler de işin içine karışırsa vücut, hızla çürümeye başlar. Peki vücutta gezinen ve beslenen o mikroplara ne olur?
Vücudumuz, trilyonlarca mikroorganizmaya sahip.
Bu mikroorganizmalar; yiyecekleri sindirmek, temel vitaminler üretmek, enfeksiyonlardan korumak gibi pek çok hayati göreve hizmet eder.
Aynı zamanda, bağırsaklarımızda yaşayan mikroplar, bu sıcak ve yiyecek bulunan ortamda yaşarlar. Şimdiye kadar, mikropların da bizimle öldüğü ve biz yaşamsal fonksiyonlarımızı kaybettiğimizde etrafa saçılan mikropların dünyada bizsiz hayatta kalamayacağı söyleniyordu.
Yeni yapılan bir araştırma, bilimin bu konudaki bakış açısını tamamen değiştirebilir.
Yapılan güncel çalışmalar, mikropların biz öldükten sonra da yaşamaya devam ettiğine dair kanıtlar sunuyor. Hatta yeni bir yaşamın gelişebilmesi için vücudumuzun geri dönüştürülmesinde de önemli bir role sahipler.
Evrimsel olarak düşünürsek mikroplarımızın ölmekte olan bir bedene uyum sağlamanın yollarını geliştirmiş olmasına pek de şaşırmamak gerek. Şöyle de diyebiliriz; batan bir gemideki fareler gibi, bakterilerimiz de kolonileşecek yeni bir alan bulana kadar dünyada hayatta kalmak için savaşır.
Buna ek olarak, vücudumuzun karbon ve besinlerinden faydalandıkları için sayıları da artar. Yani sayısal olarak hayatta kalma ve tutunacak yeni bir canlı organizma bulma ihtimalleri yükselir.
Dünyanın büyük bir çoğunluğu, öldükten sonra toprağa gömüldüğü için bakterilerin hayatta kalma ihtimali daha da artıyor.
Toprak hâlihazırda, çevreye iyi uyum sağlamış ve yeni gelen organizmalara ev sahipliği yapacak ayrıştırıcılarla dolu bir çeşitliliğe sahip.
Yapılan çalışmalar da bakterilerin DNA izlerini inceleyerek çürüyen bir bedenin altındaki toprakta, yüzeyinde ve mezarlarda aylar, hatta yıllar boyu yaşayabileceğini destekledi. Üstelik yaşamakla kalmayıp vücudumuzun ayrışmasına yardımcı olmak için toprakta bulunan doğal mikroplarla iş birliği bile yapıyorlar!
Kısacası; mikroplarımız, ekosistem döngüsünde rol oynayarak ölümden sonra ‘mikroskobik yollarla’ yaşamamızı sağlıyor.
Ölü hayvanların bedeninin ayrışması, biyolojik çeşitliliği besleyerek besin zincirinde önemli bir rol oynuyor. Çürüyen bir hayvanın, bitkilerin yaşamını desteklemesi şaşırtıcı bir bilgi değil. İşte aynı şekilde bizim vücudumuzdaki bakteriler de yaşam döngüsüne bu şekilde katkı sağlıyor.
Madem durum böyle, o zaman Eşkıya’nın meşhur repliğiyle içeriğimizi sonlandıralım:
“Korkma, sadece toprağa gideceksin; sonra toprak olacaksın, sonra sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin. Oradan özüne ulaşacaksın, çiçeğin özüne bir arı konacak, belki belki o arı ben olacağım.”
Kaynak: Webtekno